Lâle Devri'nde gül arayan sultan: III. Ahmed
- 09 Mayıs 2022, 16:29
Hacıoğlu Pazarı Kışlağı’ndan Patrona Halil İsyanı'na bir padişahın serencamı
Osmanlı Devleti'nin 23. padişahı, İslâm halifelerinin 88. si olan Sultan III. Ahmed, 31 Aralık 1673(22 Ramazan 1084) tarihinde, IV. Mehmed’in ikinci Lehistan seferi sonunda bugün Dobriç adıyla anılan Hacıoğlu Pazarı Kışlağı’nda doğmuştur. Gelecekte Osmanlı tahtına oturacak olan bu şehzadenin doğumu nedeniyle kadim başkentler olan İstanbul, Edirne ve Bursa'da mutluluğun nişanesi olarak büyük şenlikler ve eğlenceler düzenlenmiştir.
III. Ahmed'in babası Osmanlı'nın 19. padişahı olan IV. Mehmed, annesi ise Girit asıllı bir kadın olan Râbia Emetullah Gülnûş Sultan'dır. Kendisinden evvel tahta oturan II. Mustafa'nın öz kardeşidir. O da çocukluğunda diğer padişahlar gibi iyi bir eğitim görmüştür. Şeyh-i Sultânî Mehmed Efendi ve Seyyid Feyzullah Efendi'den dersler almıştır. Zamanının büyük hat üstadı hattat Hafız Osman’dan sülüs ve nesih, Veliyyüddin Efendi'den de talik meşk etmiştir. Sütlüce’deki sarayın harem kapısı üzerindeki kitabe, Sultanahmet’te Bâb-ı Hümâyun önündeki meşhur çeşme ile Üsküdar Meydanı'nda bulunan çeşmenin kitabeleri ve Sarây-ı Hümâyun’da Arz Odası üzerindeki besmele III. Ahmed’in el yazılarıdır.
III. Ahmed, henüz 14 yaşındayken, amcası II. Süleyman’ın tahta çıkarılması nedeniyle, babası IV. Mehmed ve ağabeyi Mustafa'yla birlikte Topkapı Sarayı’ndaki Şimşirlik Dairesi’ne koyulmuştur. Ardından da Edirne’ye nakledilerek amcaları II. Süleyman, II. Ahmed ve ağabeyi II. Mustafa’nın padişahlıkları süresince burada kalmıştır.
Eşleri, erkek ve kız çocuklarıyla çok geniş bir aile çevresi olan Sultan III. Ahmed'in eşleri Emetullah Kadın, Ayşe Kadın, Emine Kadın, Fatma Kadın, Gülşen Kadın, Hatice Kadın, Hürrem Kadın, Meyli Kadın, Mihrişah Sultan, Nazife Kadın, Nejat Kadın, Rukiye Kadın, Sadık Kadın, Ümmügülsüm Kadın, Zeynep Kadın, Hanife Kadın ve Şermi Sultan'dır. Sultan III. Ahmed'in oğulları ise Osmanlı'nın 26. padişahı olan III. Mustafa, yine Osmanlı'nın 27. padişahı olan I. Abdülhamid, Şehzâde Mehmed, Şehzâde İsa, Şehzâde Ali, Şehzâde İbrahim, Şehzâde Selim, Şehzâde Murad, Şehzâde Abdülmelik, Şehzâde Süleyman, Şehzâde Numan, Şehzâde Bâyezid ve Şehzâde Abdullah'tır. Çok sayıda da kızı vardır. Birçok eşinden dünyaya gelen kızları Fatma Sultan, Ümmügülsüm Sultan, Zeynep Sultan, Ayşe Sultan, Saliha Sultan, Esma Sultan, Atike Sultan, Rukiye Sultan, Rabia Sultan, Emetullah Sultan, Hatice Sultan, Zübeyde Sultan, Emine Sultan, Naile Sultan, Nazife Sultan, Reyhan Sultan, Sabiha Sultan, Ümmüseleme Sultan, Akile Sultan ve Beyhan Sultan adlarını taşımaktadır.
Sultan III. Ahmed, ağabeyi Sultan II. Mustafa Han’ın, çıkan Cebeci İsyanı(Edirne Vak'ası)'nda tahttan indirilmesi üzerine 22 Ağustos 1703’te, otuz yaşında iken Edirne’de tahta çıkmıştır. III. Ahmed, saltanatının ilk yıllarında âsilerle sıkı bir mücadeleye girişmiş, tabir caizse onları alt etmiştir. Böylece uzun sürecek saltanatını da sağlama almıştır.
Sultan III. Ahmed tahta oturunca ilk icraat olarak, eski padişah II. Mustafa ve çocuklarının Edirne Sarayı’na kapatılmasına dair hattı çıkartmış ve Dârüssaâde ağası Nezir Ağa’yı azletmiştir. Daha sonra Kavanoz Ahmed Paşa’nın sadrazamlığı ile İmâm-ı Sultânî Mehmed Efendi’nin şeyhülislâmlığını resmen tasdik etmiş ve âsi reislerinden Çalık Ahmed Ağa’yı vezirlik rütbesiyle yeniçeri ağası yapmıştır. Askerin cülûs bahşişi ve aylıkları konusunda çıkan olayları para dağıtmak suretiyle yatıştırıp sükûneti sağlamıştır.
Karlofça Antlaşması'ndan sonra Osmanlı'ya açılan ilk fırsat kapısı: Prut Savaşı
Sultan III. Ahmed, saltanatının ilk yıllarında Avrupa'da meydana gelen olaylara karışmamış, bunun yerine kendi iç meselelerini halletme yoluna gitmiştir. Fakat 1709'da Poltova Muharebesi'nde Ruslara yenilen İsveç Kralı Demirbaş Şarl(XII. Charles)'ın Osmanlı'ya sığınması Rusya'nın Osmanlı'ya saldırmasına, hudutları basmasına, köyleri yakıp yıkmasına neden olmuştur. Petro, Osmanlılar karşısında İsveç'e karşı kazandıkları Poltova'nın benzeri bir zafer kazanacaklarından emindi. Hedefi Eflâk ve Boğdan'ın desteğini almak, aynı zamanda Osmanlı içerisindeki Hristiyanları da isyana teşvik etmekti. Fakat evdeki hesap çarşıya uymamış, çok şükür ki Petro'nun kirli planları tutmamıştı.
Rusların bu küstahça tavırları III. Ahmed'i çileden çıkarmıştı. Derhal savaş meclisini toplayarak Ruslarla savaşmaya karar vermişti. Osmanlı ordusu çok çabuk hareket ederek Tuna Nehri'ni geçmişti. 60 bin askerine karşı 140 bin kişilik Osmanlı ordusunu gören Petro, şaşkınlığını gizleyememiş; adeta bozguna uğramıştı. İki güçlü ordu ilk olarak 19 Temmuz 1711'de karşılaşmış, Rus generali Petroviç Şeremetov'un yönetimindeki Rus ordusu püskürtülerek ilk müspet netice alınmıştı. Sonraki gün daha büyük bir muharebe gerçekleşmiş, Baltacı Mehmed Paşa, Rusları cepheden vurmuş, Kırım Hanı Devlet Giray da kuvvetleriyle Rus ordusunu arkadan çevirmişti. Sayıca üstün olan Osmanlılar kısa sürede Rus ordusunun etrafını çepeçevre sarmıştı. Rus ordusu iki ateş arasında sıkışıp kalınca olumlu bir sonuç alamayacaklarını düşünerek kaçmayı tercih etmişti. 20 Temmuz'da Rus ordusu Tuna Nehri'nin kenarına sıkıştırılmıştı. Artık kendileri için kaçacak hiçbir yer kalmamıştı. Bu sırada Petro'nun karısı Katerina barış teklifinde bulunmuştu. Tarihçilerin kanaatine göre Baltacı Mehmed Paşa kaçan orduyu takip etseydi Rus ordusu çok büyük bir hezimete uğrayabilirdi.
Rus ordusunun yenilmesi Deli Petro'yu fazlasıyla üzmüş, rivayetlere göre oturup ağlamıştır. Deli Petro'nun karısı Marthe Rabe(I. Katerina) bu manzarayı gördükten sonra Rus komutanları toplayarak onlara teslim olmaktan başka çareleri olmadığını söylemiştir. Hatta mücevherlerini sadrazam Baltacı Mehmed Paşa'ya göndererek onun gönlünü alma yoluna gitmiştir. Böylece Osmanlı Devleti, Gerileme Dönemi'nin başlangıcı sayılan Karlofça'nın ilk rövanşını da almıştır. Savaş sonunda 21 Temmuz 1711'de Ruslarla, zaferin nişanesi olan Prut Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre Azak Kalesi ve çevresi Osmanlı Devleti’ne teslim edilecekti. Rusların son yıllarda yaptıkları sınır kaleleri yıkılacak, kalelerdeki silahlar Osmanlılara teslim edilecekti. Ruslar, Lehistan’ın içişlerine karışmayacak ve buna dair herhangi bir müdahale söz konusu olmayacaktı. Rusya, hiçbir durumda İstanbul’da bir elçi bulundurmayacaktı. Kırım Hanlığı'yla Lehistan Krallığı'na bağlı Kazaklara dokunulmayacak, İsveç Kralı XII. Karl yanındakilerle birlikte ülkesine geri dönecekti. Rus ordusu serbest bırakılacaktı. Rusların ellerinde tuttukları Türk esirler de teslim edilecekti. Rus Başbakanı Şafirov'la Başkomutan Şeremetov rehine olarak İstanbul'da kalacaktı.
Ruslarla imzalanan Prut Antlaşması sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Zira Ruslar bu antlaşmanın şartlarına uymamışlardır. Bu durum karşısında III. Ahmed savaş meclisini toplayarak Ruslarla yeniden savaşmaya karar vermiştir. Padişah Rus seferine çıkmak için İstanbul'dan Edirne'ye gitmiştir. Bunu haber alan Ruslar telâşlanmış, Edirne'ye bir heyet göndererek padişahtan özür dilemişlerdir. Antlaşmaya uyacaklarını taahhüt etmişlerdir. Hatta yeni bir antlaşmayla söz konusu şartlar imza altına alınmıştır. Padişah seferden vazgeçmiştir.
Baltacı-Katerina dedikodusu yahut dilin kemiği yoktur gerçeği
Baltacı Mehmed Paşa 1710 yılında zamanın padişahı Sultan III. Ahmed tarafından sadrazamlığa getirilmişti. Sultan III. Ahmed döneminin muktedir sadrazamlarından ve serdar-ı ekremlerinden biri olan Baltacı Mehmed Paşa'nın Prut Savaşı'nda Rus ordusunu iki taraftan kıstırmışken ve de büyük bir hezimete uğratma imkânı varken kaçan askerleri takip ettirmemesi, kaçmalarına göz yumması tarihçilerin yanında, tarihe meraklı insanlar tarafından da çok konuşulmuştur. Baltacı Mehmed Paşa, Rus ordusu adına kendisinden aman dileyen Çariçe Katerina'nın teklifini kabul etmiş, böylelikle de Prut Antlaşması'na giden yolu açmıştı.
Bu süreçten sonra Baltacı Mehmed Paşa ile Çariçe Katerina arasında geçtiği var sayılan, hayalleri bile zorlayan yorumlar ve değerlendirmeler yapılmıştır. Bir kısım tarihçiler Katerina'nın Baltacı Mehmed Paşa'nın çadırına kadar gittiğini, onu barış konusunda ikna etmeye çalıştığını yazarlar. Bu ikili arasında aşk ilişkisi olduğunu, bunun neticesinde Çariçe Katerina'nın sadrazam Baltacı Mehmed Paşa'ya sunulduğunu söyleyenler de olmuştur.
Osmanlı'da savaş ve barış kararı bir kişinin verebileceği bir karar değildi. Bununla ilgili vezirler, paşalar ve komutanlar gibi önemli kişilerden oluşan karar mercileri vardır. Osmanlı, köklü kuralları ve kurumları olan bir devletti; çadır devleti değildi. Prut Savaşı'nın barış antlaşmasıyla neticelendirilmesinin nihai kararını da sadece Baltacı vermemiştir.
Öte yandan Baltacı Mehmed Paşa'nın barış karşılığında rüşvet aldığını söyleyenler de olmuştur. Rusya yetkililerinin ve Katerina'nın Baltacı'ya hediyeler gönderdiği doğrudur. Fakat bu rüşvet değildir. Zafer kazanmış komutanlara hediyeler göndermek o zamanın adetlerindendi. Baltacı bu hediyeleri kendisi için almamış, devlet hazinesine teslim etmiştir.
Prut Savaşı'nda bazı yeniçeri askerleri savaşmakta isteksiz davranıyordu. Bir grup yeniçeri askerinin savaştan kaçmaya teşebbüs ettiği de söylenmiştir. Eğer savaş uzatılsaydı bu askerlerin isyan çıkarma ihtimalleri de vardı. Baltacı Mehmet Paşa işi tadında bırakmıştır. Şayet ordunun kararlı ve dirayetli olduğunu görseydi belki de işin sonuna kadar gidebilirdi.
Baltacı-Katerina mevzusu hep sulandırılmıştır. Böylelikle iyi bir devlet adamı olan Baltacı Mehmed Paşa itibarsızlaştırılmıştır. Prut Zaferi'nin baş mimarı Baltacı Mehmed Paşa, Sultan III. Ahmed tarafından 20 Kasım 1711'de görevinden alınarak Midilli'ye sürülmüştür. Yani iftiraların kurbanı olmuştur. 20 Kasım 1711'de onun yerine Ağa Yusuf Paşa geçmiştir.
Karlofça Antlaşması'nın rövanşı: Venedik Seferi
Bilindiği üzere Osmanlı'da ilk toprak kaybına sebep olan Karlofça Antlaşması'yla Venediklilerle barış gerçekleştirilmişti. Lâkin Venedikliler bu barışa uymamakta direnmişlerdir. Hatta Akdeniz'deki ticaret gemilerimize fütursuzca saldırmışlardır. Bu arada 1714'te Karadağlılar Venediklilerin tahrikiyle isyan etmişlerdir. Bu, bardağı taşıran son damla olmuştur. Bunun üzerine Venedik'e yönelik sefere çıkılmış, Mora'nın yanında Girit'te fethedilmemiş bazı kaleler ele geçirilmiştir. 1716'da başlayan yeni seferin seyri Avusturya'nın savaşa girmesiyle değişmiştir. Petervaradin Kalesi'ni almaya çalışan Osmanlı kuvvetleri Avusturya ordusu tarafından bozguna uğratılmış, otuz bin askerimiz şehit edilmiştir. Karşı harekâta geçen Avusturya; önce Tımışvar'ı, 1717'de de Belgrad'ı ele geçirmiştir. Avusturya elde ettiği bu başarılara rağmen İtalya meselesi yüzünden barış istemiştir. Venedik, Mora'yı geri almaya çalışsa da başarılı olamamıştır. 21 Temmuz 1718'de Pasarofça Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre Tımışvar, Banat, Belgrad ve Sırbistan'ın büyük bölümü Avusturya'ya bırakılmıştır. Mora ve Ege'deki İstendil Adası Osmanlılara verilmiştir.
Pasarofça Antlaşması'yla barışı sağlayan Osmanlı Devleti, Doğu'da zaferden zafere koşmuştur. 1723'te İran'a giren Osmanlı güçleri Tiflis'i, Gori'yi, Nahçivan'ı ve Gence'yi; 1725'te ise Kirmanşah'ı, Meraga'yı, Nihavent'i, Hemedan'ı, Tebriz'i ve Erdebil'i fethetmiştir.
Lâle Devri bazılarının dediği gibi "Vur patlasın çal oynasın." dönemi değildir.
Sultan III. Ahmed döneminde Pasarofça Antlaşması'ndan sonra 1730'a kadar savaştan uzak durulmuştu. Tabir caizse Osmanlı Devleti'nde yeni bir dönem başlamıştı. 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı'na kadar, 12 yıl süren bu döneme yaygın tabirle "Lâle Devri" denir. Kâğıthane'de inşa edilen Sâdâbâd Sarayı, köşkler, kasırlar ve bahçeler bu devrin sembolleri arasındadır. Barışın, yenileşmenin ve eğlencenin hakim olduğu bu devirde Osmanlı, yüzünü Batı'ya dönmüştür. Osmanlı Devleti tarafından Avrupa ülkelerine elçiler gönderilmiştir. Bu devirde Avrupa'yı tanınma gayretleri dikkat çekmiştir. Bu çerçevede İstanbul'un imarı için ciddi gayretler gösterilmiştir. İlmî ve edebî çalışmalar yapılmıştır. Yeni kütüphaneler kurulmuştur. Başta çini olmak üzere, çeşitli imalâthaneler inşa edilmiştir.
Lâle Devri bazılarının iddia ettiği gibi "Vur patlasın çal oynasın" dönemi değildir. Düzenli bir itfaiye teşkilatı olan Tulumbacılar yine bu dönemde kurulmuştur. Yine Üsküdar'da Batı tarzı asker yetiştiren kurumlar oluşturulmuştur. En önemlisi de bütün engellemelere ve karşı çıkmalara rağmen matbaa ilk kez bu dönemde ülkeye girmiştir.
Sultan III. Ahmed Çeşmesi'nden suyla birlikte zaman da akmış...
Sultan III. Ahmed dönemi deyince akla gelen mimarî eserlerin başında III. Ahmed Çeşmesi gelmektedir. III. Ahmet Çeşmesi, İstanbul'da Topkapı Sarayı'nın giriş kapısı ile Ayasofya arasında, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın teklifiyle III. Ahmed tarafından "Perayton" isimli bir Bizans çeşmesinin yerine 1728'de inşa ettirilen güzel bir çeşmedir.
III. Ahmed'in annesi için yaptırdığı çeşmenin mimarı Mehmet Ağa’dır. Türk rokoko mimarisi ile inşa edilen çeşme, beş küçük kubbelidir. III. Ahmed Çeşmesi’nin Bâb-ı Hümâyun’a bakan tarafındaki kitâbede şunlar yazar: "Hem padişehdir hem veli, zatında olmuş münceli/Adl-i Ömer, cûd-i Ali, hulk-ı Muhammed Mustafa/Destinde devlet hatemi kılmış musahhar âlemi/Hak resm-i ism-i a’zamı nakş-i cebin itmiş anâ/Hayret virir sad Kayser’e galib hezar İskender’e/Hükmi revan her kişvere fermanberi şah ü gedâ/Hem hami-yi beyt-il harem hem hadim-i Şah-i ümem/Rumu Arab mülk-i Acem mahkûmıdır ser tâ be pâ/Oldur imam-ül müslimin zilli hudavend-i Muin/Bâ nass-ı Kur’an-ı mubin emrine vacib iktidâ"
III. Ahmed Çeşmesi fıskiyeli değildir, onun yerine çeşmeleri sebil görevini görmektedir. Yapının dört köşesinde birer çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmelerin başında 17. yüzyıl Osmanlı şairi Seyit Vehbi Efendi imzalı hat işlemeleri dikkate değerdir. Yapı üzerinde Sultan III. Ahmed’in el yazısı da bulunmaktadır. Köşelerde bulunan üç pencere ve altlarındaki sebillerden, yapıldığı dönemlerde su yerine şerbet ikram edildiği bilinmektedir. Önceleri deniz kenarında bulunan çeşme, meydanın düzenlenmesiyle günümüzdeki yerine taşınmıştır.
Sultan III. Ahmed zamanında imar çalışmalarında da bir canlılık görülmüştür.
Kültür, sanat ve edebiyat çalışmalarını gönülden destekleyen Sultan III. Ahmed'in zamanında imar çalışmalarında da bir canlılık görülmüştür. Bunlarla ilgili olarak şu bilgiler verilmektedir: "III. Ahmed, Sarây-ı Hümâyun’da, Arz Odası’nın arkasındaki II. Selim’e ait beyaz mermer havuzlu bahçenin yerine müstakil bir kütüphane inşa ettirdi. Bundan başka annesi Râbia Emetullah Gülnûş Sultan için Üsküdar’da Yeni Vâlide Camii ile bunun yanında bir sebil, çeşme, sıbyan mektebi ve bir imarethâne yaptırdı. İstanbul’da Bahçekapı’da Büyük Vâlide Turhan Hatice Sultan Türbesi yanında ikinci bir kütüphane, Ayasofya meydanında, bugün III. Ahmed Çeşmesi diye meşhur olan dört cepheli ve süslü çeşmeyi, Üsküdar’da İskele Meydanı’ndaki büyük çeşmeyi ve Kâğıthane’de Çağlayan önünde, şair Nedîm’in “Çeşme-i nevpeydâ” adını verdiği üçüncü bir çeşme yaptırdı. Ayrıca, Galata Sarayı’nın tamiri ve vakıf şartlarının değiştirilmesiyle bu sarayın dışında bir cami, Boğaziçi’nde Bebek’te diğer bir cami ve altında bir mektep ile çeşme, Hasköy-Kasımpaşa arasında, Aynalıkavak’ta köprü başında ve annesine ait olan Galata Yenicamii’nin güney cephesindeki avlu kapısının dışında yine bir çeşme yaptırdı."(TDV İslâm Ansiklopedisi, Ahmed III Maddesi, Münir Aktepe)
"Necib" mahlasıyla şiirler yazan III. Ahmed, aynı zamanda sanatçı dostuydu.
Sultan III. Ahmed, sanatkâr ruhlu bir insandı. O; özelde şiire, genelde edebiyata gönül vermiş padişahlarımızdan biridir. "Necib" mahlasını kullanarak Divan edebiyatı nazım şekilleriyle etkili şiirler kaleme almıştır. Bunun yanında musikiyle ve hat sanatıyla da yakından ilgilenmiştir. Yaptırdığı Sultanahmet Çeşmesi'ne kendi şiirini yazdırmıştır.
Sultan III. Ahmed, başta adı Lâle Devri'yle özdeşleşen Nedîm olmak üzere, Seyyid Vehbî, İzzet Ali, Neylî Ahmed, Vak'anüvis Râşid Mehmed, Küçük Çelebizâde İsmâil Âsım, Nahîfî, Sâmi gibi bu devrin birçok şairini himaye ederek onlara saygı ve sevgi göstermiştir.
Sultan III. Ahmed zamanındaYanyalı Esad Efendi, Heratlı Kâbızî Efendi, Mansûrîzâde müderris Fasîhî Efendi, İshak Efendi, Şam kadısı Medhî Efendi, Halep kadısı İlmî Efendi, Selânik kadısı Müstecirzâde Abdullah Efendi, Kara Halilzâde Mehmed Said Efendi ve şair Nedîm gibi ilim, fikir ve edebiyat adamlarından kurulu bir heyet sık sık bir araya gelerek Doğu ve Batı dillerindeki kıymetli kitaplardan tercümeler yapıyorlardı. Bunun yanında Türkçeden Fransızcaya, Fransızcadan da Türkçeye eserler çevriliyordu.
Doğu'da birçok yeri fetheden III. Ahmed, İran'daki siyasî gelişmeler nedeniyle duraklama safhasına geçmiştir. Hatta bir anda başlayan toprak kayıplarıyla her şey aleyhimize dönmüştür. Bu da devlet içinde huzursuzluklara zemin hazırlamıştır. Bundan faydalanan Patrona Halil adlı bir isyancı 1730'da isyan çıkarmıştır. Sultan III. Ahmed, çıkan Patrona Halil İsyanı nedeniyle 27 sene hükümdarlık yaptıktan sonra 1 Ekim 1730'da tahttan indirilmiştir.1 Temmuz 1736'da da terk-i dünya eylemiştir. Naaşı Yeni Cami'deki Turhan Valide Sultan Türbesi'ne defnedilmiştir. Vefat ettiğinde peygamber yaşı diye tabir ettiğimiz 63 yaşındaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder