Bâtınî Gelenek 1. Bölüm
Hermetik Öğretiye Giriş
Bugün Batı disiplinlerinde düşünce tarihi sadece entelektüel yönüyle ele alınmakta ve Antik Grek Uygarlığı ile başlatılmaktadır. Felsefe orada başlamış ve sonra bütün Batı uygarlığı o başlangıç noktasına göre tanımlanmıştır. Avrupa’daki kültürel gelişmeler bütün dünyadaki uygarlık treninin lokomotifi durumunda gösterilmiş ve evrim kuramına göre de öteki ulusların bu trenin katarları olarak onu izlemek zorunda oldukları belirtilmiştir.
Batı Aydınlanması ya da Batı düşünce disiplinleri Philosophia ile, felsefe ile başlatılmaktadır. Tercüme edilirse; Philos Sevgi, Sophos Hikmet ve buna bağlı olarak Philosophia Hikmet Sevgisi, Bilgi Sevgisi anlamına, Philosophos ise Hâkim ya da Bilge anlamına gelmektedir. Ama bu bilgi daha çok Sophia kavramı bağlamında ele almamız gereken bir bilgi türüdür. Sadece entelektüel bir bilgiyi değil, eski deyişle hadsî ya da sezgisel olan ile kavramsal ya da entelektüel olan bilginin birlikteliğini ifade etmektedir.
Yapacağımız çalışmalar bir anlamda, Batı önermelerine, bize Batı’dan gelen düşünce disiplinlerinin oluşturduğu duvarlara karşı sarsıcı bir eleştiri niteliği taşıyabilir. Batı söylemi, neredeyse, düşünce disiplinlerinin kendisinin söylediği kadar olduğunu ve ancak buna bağlı bir öğrenme, bir düşünce aktarımı yapılabileceğini, öteki ulusların kendi kültür geleneklerinden, kendi içyapılarından hareketle bir düşünce disiplini ortaya çıkartamayacaklarını ileri sürmektedir.
Batı’da Fransız Aydınlanması, İngiliz Aydınlanması ve Alman Aydınlanması olarak bildiğimiz Usçuluk döneminde çeşitli kavramlar üretilmiş, tartışılmış ve uygarlığı çok etkilemiştir. Doğru, ancak biz biraz da onun öncesine gitmek istiyoruz. Başlangıç noktasını Batı’nın kendi düşünce disiplinleri içinde başlattığı yer olan Antik Grek Uygarlığından daha öncesine götürerek, Antik Mısır’da ezoterik/bâtınî Hermetik öğretinin uygulandığı zamanlarla bir iletişim ağı kurarak, bir kavramsal seyahati gerçekleştirmek istiyoruz. Bu seyahatle Ortadoğu dünyasına, İran’a, Tibet’e, Hint’e, Çin’e uzanabilir, Türklerin geçmişine gidebilir ve böylece Anadolu’ya, Akdeniz’e, Ege’ye gelebiliriz.
Şimdi, ben Grek’ten önceye gitmek istiyorum ki oradan Anadolu’ya ve bugünkü çağımıza bağlantılar kurabilelim. Antik Grek’ten başlayışımın ve oradan geriye doğru gitmek isteyişimin nedeni, başta belirttiğim gibi, düşünce disiplinlerinin zinciri, evrimi içinde, başlangıç noktası olarak Batı’nın Grek’i kabul etmesidir. Bu noktadan geriye gitmek için size Antik Grek’in bu yöndeki başlatıcılarının adlarını veriyorum. Grek’teki önemli başlangıç noktalarını alternatif olarak şöyle söyleyebiliriz: Orpheus (yklş. İ.Ö. 1000), Solon (yklş. İ.Ö. 640-559), Thales (yklş. İ.Ö. 600), Pythagoras (yklş. İ.Ö. 580-497). Burada saydığım isimlerin Thebes ve Memphis tapınak ve okullarında yirmişer yıl öğretim gördükleri saptanmıştır.
Antik Mısır’daki Thebes ve Memphis tapınakları nasıl birer okuldu ki Thales gibi bir doğa ve felsefe bilimcisi, Solon gibi bir hukukçu, Pythagoras gibi bir sayı mistiği-matematikçi-felsefeci ve Orpheus gibi Antik Yunan’ın mitolojisini –mitini değil, mitinin lojisini, bilimini– oluşturan ve öğreten bir isim buralardan yetişebildi?
Thales, Solon, Pythagoras ve Orpheus bu merkezlerde eğitim gördükten sonra Antik Yunan’a geçiyorlar ve öğrendikleri kültürü Batı’ya ya da daha doğru bir deyişle Yunan Uygarlığına katıyorlar. Orpheus, Delphi tapınaklarının en önemli ismi oluyor. Peki, bu okullarda ne öğretiliyordu ya da buraları ne idi? Bunun cevabını verebilmek için Antik Mısır’ı biraz tanımak gerekmektedir. Ben size bu soruyla ilgili alt başlıklar vereceğim. Daha sonra bunları tartışacağız ki günümüz uygarlığında kendi bilinç yapımızı, yaşam düzenimizi nasıl kavramalıyız; kendi felsefemizi, düşünce tarzımızı üretebilir miyiz, bunların kökleri nelerdir, kavramları nelerdir diye düşünüp sorgulayabilelim.
Antik Mısır’da Thebes ve Memphis tapınaklarında Hermes öğretisi uygulanmaktaydı. Hermes öğretisi bir rahip ve kral öğretisi olarak elitisttir. Bu öğreti dışarıya kapalı olduğu için Yunanlılarca Hermetik öğreti diye adlandırılmıştır. Bu Yunan tanrısı Hermes ile karıştırılmamalıdır, çünkü daha sonra Yunan tanrısı Hermes de vardır.
Hermes ne öğretiyordu? Bu konuda bulgularımız, elimizdeki veriler çok az. Bu bakımdan bir alternatif olarak şunu söylemek istiyorum: Oradan gelenlerden, o okuldan çıkıp kendilerini açığa vuranlardan, öğretiyi ifşa edenlerden oraya dönüp baktığımızda, böyle bir kanıt yoluyla gittiğimizde görüyoruz ki Antik Mısır’da Doğa Bilimleri, Astronomi, Matematik, Felsefe, Hukuk, Mistisizm, ayrıca Mithos Bilimi, Mitoloji öğretilmekteydi. Thebes ve Memphis tapınakları bu fakülteleri içinde barındırmakla dönemin üniversiteleri niteliğindedir. Solon hukukta uzmandı, Thales doğa bilimleri ve felsefede, Orpheus bir mistikti ve mistik deneyimlerin sonuçlarını M.Ö. 1000 yıllarında en temel kavramlarıyla açıklamıştı.
Hermes öğretisinin temel kavramlarına inebilmek için benim araştırmalarımda izlediğim bir yol var. Somut ve bilimsel gidebilmek için, belgelere, bulgulara, birtakım somut verilere dayanmak zorundayız. Ancak bu her zaman olanaklı değil. Ben bir alternatif geliştirmek istedim. Nasıl farklı bir yol izleyebilirim diye sordum kendime. Mademki sonunda benim bilincimi etkileyecek olan kavramlardır ve aklın donanımı onlarladır, o halde kültür tarihini bir de kavramların yolu ile izlemeliyim diye düşündüm ve araştırmalarımı bu yönde yoğunlaştırdım. Kültürlerde kutsal sayılan isimlerin ve sıfatların –ki kendi dönemlerinde birer kavramdılar– mithos, din ve felsefe alanlarındaki anlam bağlantıları içindeki seyahatlerini araştırdım. Niçin kendi dönemlerinde birer kavramdılar dedim? Çünkü her kavram bütünsel bir süreçtir ya da sürecin bütünselliğidir. Sürecinden kopartıldığında ortada sadece isimler ve sıfatlar kalır.
Mithos içinde örtük olarak bulunan kavram –bağlı olarak bilinç– Sanat, Din ve Felsefe yoluyla gitgide açıklığına ve netliğine kavuşur; bu bir süreçtir. Mithos içindeki kavramlar ya da kavramın mithos içindeki konumu simgesel, ritüelik ve alegoriktir. Sanatsal yapıdaki, özellikle şiirdeki kavram, imge yaratıcı niteliktedir. Dinsel yapıdaki kavramı gözlediğimizde, onu sezgi ve sağduyu ile karışmış, inanç isteyen önermeler biçiminde, çoğu zaman emir kipinde, duygusallığa gömülmüş olarak buluruz. Felsefe içinde kavramlar, tanımlı ve bağlamlı netliklerine kavuşurlar ve us için kılınırlar.
Yatay kültürde, eşdeyişle tarihsel süreçte Mit, Sanat, Din ve Felsefe aşamalarından geçerek gelişen kavramsallık, dikey olarak her bireyde Algı, Duygu, İnanç ve Us sürecinden geçerek netliğine kavuşur. Kavramların ve bu kavramlara bağlı olarak bilincin örtüklükten açıklığa, karanlıktan aydınlığa geçiş süreci Aydınlanmadır. Bu yüzden, tarihsel süreç içinde, kültürlerin kavramsal çözümlemesi bize aklın tarihteki serüvenini gösterir.
Hermetik Öğretinin Temel Kavramı
Şimdi bu bilgilerin ışığında, Antik Mısır’da Hermetik öğretinin temel kavramına yönelmek istiyorum: “H-R-M”.
St. Thomas Aquinas’ın da belirttiği gibi, Grek ve Latin dillerinin yapısına karşın, Antik Mısır’ı da besleyen Arami, Asuri, Keldani, Süryani, İbrani ve giderek Arabi dillerin yapısı “intentional”dır. Bu kavram niyete bağlı “mânâ dili” niteliğini taşımaktadır. Daha açık deyişle, Grek ve Latin dilleri yazıya aktarıldığında, ünlü ve ünsüz harfler kullanılarak ifade yazı kalıplarında dondurulmuş, sınırlanmış olur. Oysa intentional dillerde yazı dili yalnızca ünsüzlerle kurulur ve okunurken ünlendirilir. Bu bağlamda, Yunanca Hermes olarak kodlandırılmış olan sözcük aslen “HRM” olarak kodlanmakta ve “Hiram” diye ünlendirildiğinde “Nurlanmış” anlamına gelmektedir. Hiram, Fenike ve İbrani kültünde (tapımında) de anılmaktadır.
Hermes, Hiramus, Hermese, Hermesü’l-Hiramise (Araplarca), Hermis diye de anılmakta ve literatüre geçmiş bulunmaktadır. İslam dünyasında ise İdris diye bilinmektedir. Terzilik mesleğinin kurucusu da sayılan bu bilge kişi Terzi Hermes diye de ün salmıştır. Zaten İdris sözcüğünün anlamı terzidir. Yunus Emre bir şiirinde ondan “İdris nebi hülle biçer, gezer Allah deyu deyu” diye söz etmiştir.
Hermes’in Mısır dilindeki adı ise Thot’tur. Thot’un terziliği, tasavvuf ve gnostik öğretilerde dış anlamıyla değil, daha çok iç anlamıyla benimsenmiştir; yani o insanlara “inisiyasyon” yoluyla hal elbisesi giydirmektedir. Hermes sözcüğü Ermes, Hermis ve Heramis biçimlerinde söylendiği gibi, Anadolu Türkçesine de “Ermiş” olarak girmiş ve Tanrıya kavuşma halinin bir adı olarak benimsenmiştir. Böylece tasavvufun en temel kavramı ve amacı “ermiş” olmuştur.
RA ya kavuşmuş, eş deyişle RA’ya ermiş olanın unvanı olarak Hermes tek bir kişinin adı değil, o konuma gelmiş her kişinin “ortak adı” olmuştur. RA, Güneş tanrı, Işık tanrı, Nur tanrıdır. Birçok yerde ve zamanda yaşadığına ilişkin kanıtlar bulunan Hermes, böylece efsanevi, mitik bir kişilik olmuştur. Hermetik öğretinin etkisi altında gelişmiş İbrani ve Arabi kültürlerde, İbrani Kabalası ve Zohar’da, Arabi Ebcet ve Hurufilikte görülen sessiz harflerin sayılarla eşleştirilmesi ve yerleri değiştirilerek anlam kombinasyonları oluşturulması geleneği Hermetik’tir.
Ayrıca, Süleyman’ın Mabedi’ni Hiram adında bir Bilge-Mimar’ın yaptığını anımsayalım.
Aydınlanmanın bütün bunlarla ne ilgisi var diye sorulabilir? Aydınlanma, felsefi bir kavram olarak 18.yy. Avrupasında “akla dönüş akımı” olarak kullanılmaya başlamış ve döneme adını vermiştir. Bu kavram Fransızcada éclairement, İngilizcede enlightenment, Almancada aufklärung, İtalyancada essere illuminato, Osmanlıcada tenevvür, Tasavvufta işrak olarak karşılanmıştır. Aynı kavram için kullanılan bu adların “ışıklanmak” demek olduğu gözden kaçmamıştır.
Akıl – Bilgi – Hikmet
Aklın bilgiye ve hikmete kavuşması, neredeyse bütün uygarlıklarda ortak olarak Güneş, Işık, Nur simgeleri ile belirtilmektedir. Güneşe ermek, ışığa kavuşmak, nura gark olmak da aydınlanmak –karanlıktan aydınlığa çıkmak– olarak kullanılmaktadır.
Sanskrit öğretilerine karşın aydınlanmayı bir amaç olarak benimsemeyi Batı Dünyasına –Ortadoğu dahil– veren Antik Mısır Hermes öğretisidir. Hermetik öğreti “ezoterik” (üyelerine açık, halka kapalı) bir öğretiydi. Bu öğreti üç temel üzerine inşa edilmişti: Birincisi kavramsal olup akla, ikincisi simgesel olup sezgiye, üçüncüsü mistik olup iç görüye ve iç deneyime hitap ediyordu. Kavram, sezgi ve iç deneyim yoluyla kişi değiştirilip yeniden doğuma ve yeniden yapılanmaya dönüştürülüyordu. Böylece herkesin bilmediği sırlara vâkıf bir ermişler topluluğu oluşturuluyordu.
İnsan ancak insani ruh eğitiminden sonradır ki evrenin görünmez kuvvetleriyle ilişkiye geçebilmekte ve gayb âleminden feyz alabilmekteydi. Ancak bu yolla bir kimse nefsine egemen olmakta, ilahi özgürlüğe kavuşabilmekte ve öteki insanları irşat edebilmekteydi.
İskenderiyeli Clemens’in (150-217) Stromatlar’da bildirdiğine göre Hermes’e ait 42 kitap vardır. Bunlardan bazıları dine, bazıları dinsel törenlere, bazıları kralların uymaları gereken ilkelere, bazıları astronomi ve astrolojiye, bazıları da kozmografiye aittir. Şimdi de Hermes’e ait bir söylemin bir bölümünü görelim:
“Asıl insan nurdur. Belki insanlar bu nuru tanımazlar ve belki onu fark edemezler, ancak gerçek budur. Nur her yerde, her kayada ve her taşta vardır. Bir insan, nur olan Osiris ile birleştiğinde, tikel tümel ile birleşmiş olur, ve o zaman, nuru perdeler arkasında gizlense de yine her şeyi görür. Başka her şey geçicidir, ancak Nur süreklidir. Her insan için bu Nur kendisine her şeyden daha yakındır. Bir insan, Bilgi ile ayinlerin üstüne yükselir ve Osiris’e ererse, Nur’a, o her şeyin başlangıcı ve sonu olan ve baştan başa Nur ile çağlayan Amon-Ra ’ya varır.”
Hermes diyor ki: “Osiris semadadır, fakat Osiris aynı zamanda her insanın kalbindedir. Kalpteki Osiris semadaki Osirisi tanırsa, o zaman insan tanrısal bir ermiş olur ve parçalanan Osiris tekrar toplanır.”
Ve yine Hermes’in ünlü sözü: “Tanrılar ölümsüz insanlar, insanlar ise ölümlü tanrılardır. Nur sizsiniz ve bu nur daima parlasın.”
Hermes’in öğrencilerine öğüdü ise şuydu: “İlim kuvvetin, iman kılıcın, sükût da delinmez zırhın olsun. Hakikati herkesin anlayış derecesine göre açıkla. Ruh üstü örtülü bir nurdur ki ancak Aşk ile ebedi olarak parlar, aşksız ise sönüp gider.”
Antik Yunan kültürü ve felsefesi, toplayıcılık ve üreticilik açısından önemli bir merkez durumundaydı. Kuşkusuz, Antik Yunan felsefesine yalnızca Mısır kaynaklık etmemiştir. Hatta Mısır’a kaynaklık etmiş Sümer, Hitit, Asur, Babil, Fenike, Kafkas gibi Anadolu uygarlıklarından söz etmek gerekir. Ancak ben senteze varmış ve kalıcı eğitim merkezleri oluşturmuş olması bakımından Antik Yunan ve Antik Mısır üzerine dikkatleri çekmek istiyorum.
Tarihsel akış içinde Antik Mısır, etkilendiği Ortadoğu ve Anadolu’ya kendi kültür ögelerini ihraç etmiştir. Bunlar içinde en önemli etki, sonraki yüzyılları ve hatta günümüzü de etkileyen Musevilik olmuştur. Musa’nın öğretisi olarak Museviliğin Antik Mısır kökenli oluşu, bu konuda araştırma yapmayanları şaşırtmaktadır. Evet, Musa Mısırlıdır ve sarayda prens olarak yetişmiştir. Öteki firavunlar gibi Hermetik öğretiyi öğrenmiş bir Rahip-Prens’tir.
Mısır’da içten içe, ezoterik olarak sürdürülen aydınlanma çalışmaları kendi döneminde bile dıştaki halk için bilinmeyen bir şeydi. Böylece üretilen bilgiler –matematik, astronomi, doğa bilimi, felsefe– elit bir grubun elinde kalıyordu. Bunlardan en önemli görülenleri tarım, hayvancılık, meteoroloji ve yapı bilgileriydi, çünkü bunlar halkın yaşamını doğrudan etkiliyor, toplumun yönetimine yansıyarak belirli bir sınıfı –kral, rahip, asker gibi– egemen kılıyordu. Halk bütün bu bilgileri bilenleri tanrısal nitelikte insanlar olarak algılıyordu.
Mısır uygarlığında ilk büyük devrimi yapan 4. Amonetheb, günümüz yaşam anlayışına göre ilk aydın sayılır. Amonetheb, adını da değiştirerek yeni bir sistem ve yapılanma oluşturma yoluna gitti. Halk arasındaki yüzlerce inanç ve tapım biçimlerini ve onların istismarcı rahiplerinin egemenliğini kaldırdı. Monist anlamda tek tanrı anlayışını ilk kez ortaya koydu. Bu tek tanrının adı ise Aton’dur. Kendi adını da İknaton olarak değiştirdi.
İknaton ülkenin başkentini de değiştirmiş, yeniden bir kent oluşturarak adını koymuştu. Böylece Ruhban sınıfının devlet yönetimi üzerindeki etkisini ve paylaşımını kaldırmıştı. Bu bir anlamda seküler (dünyevi) bir yaşama geçiş niteliğindeydi.
Mısır’da genel anlamda tanrı, THE (TE) idi ve Mısır’a Kafkas kültüründen geçmişti. “Te” kavramı halen Kafkas dillerinde özellikle Çerkezlerde kullanılmaktadır. BETH-BEYT-BETHES ise ev anlamına gelmektedir. THE ile birleşik olarak THE-BETH, THEBES “Tanrının Evi” demektir. THE kavramı, Proto-Türklerde TEO olarak geçer, Tanrı anlamına gelir. TEO-MAN ise Tanrı İnsan anlamına gelir. THE kavramı Çin’de TAO biçiminde kullanılmıştır. Antik Yunan yoluyla Batı’ya geçen tanrı adı işte bu THE, TEO, DİO’dur. (THEO-LOGİ = Tanrı-Bilim).
Ünlü Mısır tanrısı ya da tanrı kavramı AM-ON, Proto-Türklerden alınmıştır ve “Kozmik Sevgi” anlamını taşımaktadır. AM: Sevgi, Vajina, AM-RAK: Sevimli, ON: Kozmos, Varlık’tır.
Batı’ya AM-OR, AM-UR diye Aşk anlamında geçen AM: Sevgi, OR: Altın, kültüre Proto-Türklerin armağanıdır.
Varlık anlamındaki ON kavramı da aynı biçimde Yunan kanalı ile Batı’ya geçmiştir ve halen kullanılmaktadır. ON-TO-LOGİ: Tanrısal Varlık Bilimi.
Dionisos Kültü ve Orpheus
Dionisos (Dionysos) kültü Orpheus tarafından, Mısır’dan Ege Bölgesi’ne getirilerek Delphi tapınaklarında öğretilmiş, yaygınlaştırılmış ve Antik Yunan Mitosunu Mitologia biçimine getirmiştir. Eş deyişle mitos, simgelerin ve ritusların anlamlarını katılanlara dereceli bir dizge içinde sunmuştur.
Tanrının oğlu kavramı İsa’dan 1000 yıl önce Ege sahillerinde hem Hermetik öğretide hem de devamı niteliğindeki Dionisos kültünde vardı.
Orpheus, Fenike dilinde Nur anlamına gelen Aur, Yunancada Arpha ile şifa anlamına gelen Rafae sözcüklerinden oluşmuştur ve “Nur ile şifa veren” anlamına gelmektedir.
Pythagoras ve π Sayısı
Mısır’dan Antik Yunan’a geçişte, Pythagoras’ın etkisinden söz etmiştik. Pytha-Goras (Pisagor), Mısır’da öğrenim görmekteyken Persler’e esir düşmüş, Babilonya’ya götürülmüş ve orada yedi yıl gibi uzun bir süre ezoterik bir kurumda Babilonyalı rahiplerden matematik, astronomi öğrenmiş ve mistik eğitim görmüştür. Daha sonra Yunan’a geçerek kendi sentezini yine ezoterik bir okulda öğretmeye ve yaymaya başlamıştır. Öğretisine sayı-mistikliğini temel almış ve ritüellerini –daha sonraki yüzyıllarda Bektaşilik ve Mevlevilikte uygulanacağı gibi– müzik ve dans ile bütünleştirmiştir. Öğretisinde matematik ve felsefe yanında müzik ve dansı da uygulamış, böylece bütünleştirici bir çalışma ile aydınlanmış bireyler oluşturmayı amaçlamıştır.
Adından da anlaşılacağı gibi –Pİ (π=3,1416); THA: Tanrı, ilk ilke; GORAS: Karanlıktan aydınlığa çıkaran, aydınlatan, RA’ya kavuşturan– öğretisine ilke olarak bir “oran”ı, eş deyişle π sayısını seçmiştir. Mısır’da ilk tanrı olarak bilinen Pytha, Pythagoras tarafından da ilk ve düzenleyen ilke olarak benimsenmişti. Matematikte (π) ile gösterilen, “çember uzunluğunun çemberin çapına oranı”ndan çıkartılan sabit bir sayıdır. Günümüzde virgülden sonra sekiz milyon basamağa kadar belirlenen bu sayı gerçekte sonsuza gitmektedir (π= 3,141592….). Pythagoras’a göre evren, bir Armonik-Bütün’dür. Armoni ise “ayrılıkların birliği” olarak ifade edilmiştir. (Varlık Birliği, Vahdet-i Vücud’u anımsayalım.)
π ise sınırlı sonsuzluğu ifade etmekle, bilginin kesin değil ama yaklaşık doğruluğunu belirtmekteydi (Günümüz bilimsel bilgi tanımını anımsayalım). Böylece, Pythagoras’ın evreni sınırlı-sonsuz bir evren modelidir. Ancak Pythagoras’ın aydınlatma etkinliği gelenek ve inançları sarsmaya başlayınca, kendisi de içinde bulunduğu bir sırada öğrencilerinin büyük bir kısmıyla birlikte okulu ateşe verilmiş, yakılmış, kendisi de öldürülmüştü.
π sayısı rasyonel tamsayılara karşın irrasyonel ve aşkın bir sayıdır. Geometriye ait bir ifadenin matematiksel anlatımı olan π sayısının, Pythagoras’ın mistisizmindeki kavramsallığı ise, sınırlı-sonludan sınırsız-sonsuza akıl yoluyla bağ kurma çabasıdır. Başka bir deyişle, sonlu ve karşıtı sonsuzun akıl aracılığı ile armonik bir bütünlük olarak kavranması denemesidir. Bu, daha sonra 18. yüzyılda Hegel tarafından “eytişimsel yöntem” olarak kavramlaştırılacaktır.
Pythagoras’ın üçlemeli (triad, Hıristiyanlıkta teslis) yönteme başvurarak mistik bir gelişim dizgesi oluşturması, bu π sayısının yaklaşık 3 olarak belirlenmesinden dolayıdır. Mısır Hermetik öğretisi de bu tür üçlemelerle kurulmuştur. Piramitlerin (PY-RA-MYTH) inşasında da π sayısının ve dik üçgen yönteminin kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca, Yunanlar Hermes’e Hermes Trimegistes adını takmışlardı ki “üç kere bilge Hermes” demektir.
Antik dönemlerde çeşitli yerlerde resmî dinlerin dışında oluşturulan birtakım özel mabetlerde, örneklerini kısaca sunmaya çalıştığımız biçimde öğretiler yapılmaktaydı. Bunların en ünlüleri şunlardı:
Triadlar
Bütün bu tapınaklarda ortak simge “Üçgen”ya da “Triad”dı.
SEVGİ
SEZGİ BİLGİ
Başlangıcından beri Aydınlanma, “Varlığın Armonik Birliği”nin kavranmasını temel almış; buna bağlı olarak toplumun armonik birliğe ulaştırılması ve toplum içindeki kişilerin “Tekil-Bütünlük”e gelerek “Bireyleşme”sini amaç edinmiştir. Sezgi-Bilgi-Sevgi üçlemesi ve Bilgi-Güç-Güzellik üçlemesi bu tür tekil bütünlüklere işaret eder.
GÜZELLİK
BİLGİ GÜÇ
Antik Çağ Ezoterik Okullara daha yakından bakıp bunların anatomisini incelediğimizde, yalnızca “Bilgi”yi değil, bilgiyle birlikte “Bilgelik”i amaçladıklarını görürüz. Bilgelik, bütün ezoterik okullarda “Kendini bil” özdeyişiyle dile getirilmiştir. Bu söz Delphi tapınaklarının girişinde yazılıydı. Bilgelik, insanın doğuştan gelen yetilerinin üstüne kurulur ve bunların kazanılmış yetilerle beslenerek geliştirilmesi amaçlanırdı. Bunun için tüm ezoterik okullarda Arınma, Aydınlanma ve Sevgi –Bilgeliğin Yöntemi– ortak bir tutum olarak benimsenmiştir.
SEVGİ
ARINMA AYDINLANMA
Orpheus ve Pythagoras’ın ünlü arınma törenlerinde, kadın erkek birlikte müzik ve nefes/şiir eşliğinde raks ederlerdi. (Anadolu’daki Alevi-Bektaşi semahlarını bu bağlamda anımsayabiliriz.) Sanat yoluyla arındırılan duyguların uyuşumlu (armonik) olduğu ve duyarlık yetisinde oluşan sağaltım sonucu algı yollarının daha yetkin çalıştığı denenerek bulunmuştur. Sanat yoluyla arınma, arzuların kaba yapısından incelmiş duygulara geçmeye ve İyi, Doğru ve Güzel’in algılanmasına olanak olarak kabul edilmekteydi.
GÜZEL
İYİ DOĞRU
Daha sonra felsefede İyi “Etik”in, Doğru “Mantık”ın ve Güzel “Estetik”in konusu olmuştur. Sevincin içe doğuşu sanat yoluyla arınan duyguların armonik olup olmadığının ölçüsü olarak kabul edilmiştir. Mistik deyişle “İçimi NUR kapladı.” Katharsis’in son amacı ise sezgi ve keşf yollarının açılmasıdır. Bu ise bir aydının yaratıcı ve üretici olmasının önkoşuludur.
Bilim ve felsefe öncesinde, mitosun simgeleri ve mistik deneyim yöntemleriyle yapılan iç gözlemler, buğulu, gizemli ve örtük bir ortamda, insan usunun kendini arayışından başka bir şey değildir. Felsefe ve bilim alanında da örtükten belirtiğe giden süreç insanın gerçeği arayışı olarak gelişmektedir. Bu süreç, İnsan’ın İnsan’ı arayış serüvenidir. İnsan’ın İnsan’ı arayışı –kendini arayışı– doğa parçaları, mitsel figürler, metafizik güçler şeklinde bir başkasının araştırılması yoluyla başlamış, giderek öteki bir insan olan “kendi-başkası” yoluyla toplumsal kişilik bilinci kazanarak aydınlanmaya ya da kendini bulmaya dönüşmüştür.
Düşünce ve eylem tarihi sürecinden geçerek çağdaş uygar insana ulaşmada geçirilen evrelerde insanı öne çıkaran birçok öğreti ortaya çıkmıştır. Bunların Hint ve Çin uygarlığı dışında olanlarının Hermetik kökenli olduğunu vurgulamıştık. Buna bağlı mistik öğretilerde insanın Tanrı’yla özdeşleştirilerek “Özgürlük”e kavuşturulması istenmekteydi. Ancak bu, insanın insan olarak özgürlüğü değil, belli bir mistik ayrıcalığa ulaşmakla elde ettiği varsayılan bir tür özgürlüktü. Bu durum, halktan kopmuş ve ayrıcalıklı haklara sahip bir rahip sınıfının oluşmasına yol açmıştır.
Mistiklerin Nitelikleri
Önceleri mabetlerde gizlenen mistikler daha sonra içine yayıldıkları halkın inanç ve din ögelerini araç olarak kullanıp kendi görüşlerini bu örtü altında öğretmeye girişmişlerdi. Hikmetli sözler söyleyen ama ne dedikleri kolay anlaşılmayan “ermişler” olarak tanınmışlardı. Mistiklerin halk içine yayılması, onların ayrıcalıklı haklara sahip ruhbanlıktan sıyrılmaları demekti. Kuşkusuz bunda, yönetimle ters düşmeleri büyük rol oynamıştı. Düşüncelerine karşı oluşacak baskılardan kurtulmak için, onları simgeler içinde gizlemeyi yeğlemişler, meseller ve alegorilerle anlatmayı seçmişlerdi. Ayrıca maddi olanaklar bakımından yaşamlarını yoksulluk içinde geçirerek inandırıcılıklarını arttırmışlardı. (Bu bağlamda “bir lokma, bir hırka” diyen Anadolu dervişlerini anımsayabiliriz.)
Mistikler katı din kurallarını yorumlamalarıyla yumuşatarak hem yaşamı kolaylaştırmak hem de ona ussal bir anlam kazandırmakta birer sürekli devrimci niteliğindeydiler. Mistiklerin dinlerin içine soktukları yorumlar, dinsel dogmaların değişmezliği inancına karşı yönde bir gelişme oluşturmuş, gitgide takipçileri de artmaya başlamıştı. Mistik yorumlar Tanrıcı olmakla birlikte insan sevgisini temel alarak, tüm varlıkları severek yaşamayı amaçlıyordu. Bu tutum kuşkusuz “barışçı”dır. Buradaki insan sevgisi hümaniter anlamdadır; hümanist –insancı– anlamda değil.
Hermetik-Mistisizm, Afrika, Avrupa, Ortadoğu ve Anadolu’da değişik kültür, inanç ve dil yapıları içine aynı kavramları sokarak ortak bir uygarlığın yapıtaşlarını oluşturmuştu. Bir yere yorum girdi mi artık düşüncenin gelişmesinin önü alınamaz. Mistiklerin yorumları, insan zihninin, sorularına inanç gölgesinde yanıt aramasının ürünleri niteliğindedir. Bu, felsefenin hamilelik dönemi gibidir. Bu yüzden inanç önermelerine “dış” (zahir), mistik yorumlara da “iç” (bâtın) adı verilmiştir. Gnos, Kabala, Tasavvuf Bâtınîlik’e örnek olarak alınabilir.
Mistik simgesel anlatımlar giderek anlıksal söz dizgelerine dönüşmeye başlamıştı. Bu, Yunan kanalında “Teo-Sophia”, Arap kanalında “Tasavvuf” adıyla anılmıştır. Teo-Sophia, Teo-Logia’ya dönüştüğünde, aklın kendi yöntemlerine başvurarak açıklamalar bulma çabası başlamıştır. Bu ise Metafizik olarak Metafizik Felsefe’dir. Bütün bu çabalar, bilinmeyen karşısında bilme isteği ve yaşam gereksinimleri karşısında doğru ve güvenilir bilgi arayışından doğmaktadır. Öyleyse sorun en temelde bilmek ve bilinçlenmek sorunudur, eş deyişle “aydınlanmak’tır. Çok masum bir gereksinim olan “bilmek” ve “bilinçlenmek” hiç de kolay olmamaktadır. Bir yandan doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmanın zorluğu, diğer yandan çıkar çevreleriyle çatışma, bir diğer yandan ise inanç, öznel kanı ve önyargıları değişmeye zorlaması, “Bilgi”nin ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu göstermeye yeter sanırım.
* Metin Bobaroğlu’nun 1994-95 yılları arasında Kadıköy Kültür Sanat Merkezi’nde yürüttüğü “Anadolu’da Aydınlanma” başlıklı çalışmanın kayıtlarından derlenmiştir. Bu konuşma dizisi 2002 yılında Ayna Yayınevi tarafından Bâtınî Gelenek: Hermetik ve Sanskrit Öğretiler adıyla da yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder